9 Temmuz 2013 Salı

Adana Atatürk Parkı Forum Notları (4 Temmuz)

-          Adana basınında ne kadar takip ediyorsunuz bilmiyorum ama son zamanlarda her ne kadar 5 Ocak Stadyumunun yıkılıp yerine Avm ve rezidans yapılması gündemi tartışılıp mücadele etsek de, basının sümen altı ettiği bir çok talan ve peşkeş var şehrimizde. Bilmiyorum hatırlar mısınız? Birkaç ay önce Beyazevler Dilberler Sekisi civarındaki çamlığın yıkılıp yerine alışveriş merkezi ve otel yapılması gündemdeydi. Bazı duyarlı basın kuruluşları ve halkın tepkisiyle bu projeden vazgeçildi. Ancak bu yine de siyasi erklerin yeşil alanları ranta dönüştürme sevdasına engel olmadı. Bugün inşaatı tamamlanmak üzere olan Sheraton Otel’in önünde bulunan Seyhan Nehri kıyısında, içinde çocuk parkının da bulunduğu parkın yeşil alanı, sadece 40 bin liraya yıllık olarak Sheraton Otel sermayesine peşkeş çekildi. Yarın orada insanlar dinlenemeyecek, çocuklar oyun oynayamayacak, tıpkı zamanında Hilton Oteli önündeki halk arazisinde olduğu gibi. İnsanların ne yazık ki bilmediği birçok rant belediyeler kanalıyla sermayeye peşkeş çekilmekte. İnsanlar beton yığınları görmekten bıktı. Göstermelik yapılan ve her ay yenilenen çiçekten, böcekten milyonlarca lira rant sağlanan sözde yeşil alanları kınıyoruz. Örneğin Çifte Minare’nin karşısında bulunan iş merkezi Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi yerleşkesi haline getirilmiştir. Bitişiğinde yükselen plazanın devamı ise düne kadar yeşil alandı. Büyükşehir Belediyesi tarafından imarı değiştirildi ve Seyhan Belediyesi tarafından ruhsatlandırılarak betonlaşmaya kurban edildi. M1 alışveriş merkezi çevresindeki verimli arazilerin imar yoğunlukları 0,15, 0,30’dan 1,20, 1,60’a çıkarıldı. Yani verimli araziler üzerine küçük bir alana tek katlı bir bina yapılmasına izin verilirken, yarın bu bölgeye geniş arazilere yüksek katlı binalar yapılacak. Sözde şehirleşme gerçekleşmiş olacak. M1 alışveriş merkezinin batısında verimli arazi 2011 yılında yapılan düzenlemeyle tarım arazi vasfından çıkarıldı. Konut arazisi durumuna getirildi. Kimler bu süreçten nemalanıyor? Süleyman Demirel Bulvarı’nın göl kıyısında Yaban Hayatı Koruma Alanlarının konut alanı olarak alınması için kimler lobi oluşturuyor, kimler baskı yapıyor? Ve son olarak yine bir Avm tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu defa her ne kadar yeşil alan talanı olmasa da bürokratik bir soygun. Türkmen başı Bulvarı ile Belediye Evleri karşısında Forum Adana Avm inşaatı başlamakta. Bu alan ticari bir alan değil. Tamamen konut alanı. Bugüne kadar sessiz kaldık, yüz buldular. Adana sahipsiz değildir. Hepinizi direnişe davet ediyorum. İnsanlarımız bu konuda maalesef ki bilgisiz. Olan biteni modernleşme olarak görüyorlar. Lütfen bu peşkeşlere karşı çıkın. Gerek sosyal medya ile gerek ilgili belediyeye yapılacak doğrudan başvurular ile bu tepkiler dile getirilebilir.

-          Eskiden Adana sanayide birinciydi. Daha sonra yatırımlar çekildi. Adana modern bir köy havasında. Bizler geldik gidiyoruz, ama siz gençler daha yeni geliyorsunuz. Onun için sizler daha çok çalışın. İnşaat Mühendisleri Odası dilekçeleri hazırlasın, bizde imzalayalım.

-          İnşaat Mühendisleri Odası ile bir görüşmemiz olacak. Forum’a gelecekler. Onun dışında 5 Ocak Stadyumu ile ilgili itiraz dilekçesi örneği burada var. Yazabilirsiniz. Şu an 45 veya 50 tane daha dilekçe geldi. Toplam herhalde 350, 375 civarı dilekçe oldu. İnşaat Mühendisleri Odası’na teslim edeceğiz bu dilekçeleri. Tek bir dosya olarak gidecek. 2 hafta süremiz var. Toplayabildiğimiz kadar çok dilekçe toplamalıyız.

-          Hürriyet Mahallesi’nde olan olaylarla ilgili gözlemleri sunacağım size. Polis Dağlıoğlu’nda ciddi bir operasyon başlatmış. Aynı şekilde Gülbahçesi ve Şakirpaşa mahallerinde de. Bu mahalleler de genellikle torbacı dediğimiz kişiler var. Bu da olayın siyasi bir sorun değil de uyuşturucuya yönelik bir operasyon olduğunu gösterir.

-          63 tane akil adam var. Türkiye de ki bu 63 adam akıllıda geri kalan hepsi, halk deli mi? Biz çok daha akıllıyız. Biz birlik olursak başarırız. Barış süreci falan deniyor. Lice’de ki olaylar esrar, eroin ile ilgili.

-          Lice olayları ve Dağlıoğlu’nda çıkan olaylarla ilgili arkadaşlar bir takım şeyler söylediler. Şimdi ben kişi olarak Lice ve Dağlıoğlu olayları ile ilgili somut bir bilgiye sahip değilim. Sadece televizyonlarda ve gazetelerde yazılanları biliyorum. Lice olayları ile ilgili televizyon ve gazetelerde söylenen de şu. Orada bir esrar olayı var ve problem bundan kaynaklanıyor. Diğer arkadaşın belirttiği de öyle. Diyor ki Dağlıoğlu’nda torbacılara yönelik bir operasyon vardı ve olayın siyasi bir yanı yoktur. Ne hikmetse Gezi olaylarında basında yazılanlara inanmıyoruz ama Lice söz konusu olunca inanıyoruz. Başbakan diyor ki camide içki içilmiş. Biz inanmıyoruz. Ama Lice’de ki olay esrar olayı diyorlar ve hemen inanıyoruz. Gerçekten öyle mi acaba? Gazetelerde okuduklarımız dışında, televizyonda gördüklerimiz dışında orada olan olaylarla ilgili herhangi bir bilgimiz var mı? Şimdi Lice’de on yıllardan beri esrar ekiliyor. Milyarlarca liradan bahsediliyor. Ve koskoca devlet her şeye müdahale ediyor ama oradaki esrar tarlarına bir türlü müdahale edemiyor. Ve bu on yıllardır böyle. Demek ki bu devlet çok zayıf. Öyle mi? Bir başka olay olduğunda yalancı basın diyoruz. Ama bir başka olay olduğunda o basına hemen inanıyoruz. Bu çelişki nereden kaynaklanıyor? Ben basın ne yazıyorsa aksinin doğru olduğuna inanıyorum.

-          Ben arkadaşın bahsettiği Hürriyet olayına değinmek istiyorum. Olaylarla ilgili bilgim var. Oradaki olay kesinlikle uyuşturucu operasyonu değildi. 21 yaşındayım. Kendi bildim bileli Hürriyet’e uyuşturucu operasyonu yapıldığını görmedim. Bu operasyon Lice’de ki katliam üzerine yapıldı.

-          Hürriyet mahallesinde oturan biri olarak, olayı gören biri olarak anlatayım. Zamanında eroin vardı. Kendi çabamızla bunu bitirdik. Ama esrar en küçük çocuğa kadar yayılmış. Bunu bitirmek çok zor. Bunu bitirmek için mahalle meclisleri kuruldu. Bunun başında benim öz dayım vardı. Ve dayım, muhtar dahil o mecliste bulunanlar Kck operasyonu adı altında içeri alındılar. Sırf mahallede ki esrar devam etsin diye. Bunlar bizzat devlet tarafından yapılan şeylerdir. Bunları medya çok yanlı anlatıyor.

-          Bir duyuru yapmak istiyorum. Şu anda Meydan mahallesinde de bir forum var. Oradaki arkadaşları selamı var. Sanıyorum Cumartesi günü de Doğal Parkta bir forum var. Yani yalnız değiliz arkadaşlar. Adana da birkaç yerde forumlar devam ediyor.

-          Ben gündem dışında bir şey eklemek istiyorum. Çorum Olayları dersem hatırlar mısınız? 1980 Mayıs, Haziran olaylarından bahsediyorum. Bugün yaptığım araştırmada bu konu ile ilgili detaylı bir belgesel bulamamakla beraber, Trt’de bu olayları diğerlerine göre nispeten daha detaylı anlatan bir belgeselle karşılaştım. Bununla ilgili yarın bu konuda bir bilgilendirme yapmayı teklif ediyorum ben sizlere. En azından buradaki arkadaşlarımız olayları bilsinler.

-          Bir duyuru yapmak istiyorum. Sosyal medya üzerinden örgütlenen bir kitle var. Uluslar arası sokak tiyatrosu ve Orkestrası etkinliği var. Bu Adana’da yapılmak isteniyor. Ancak şu an yeterli bir kitle yok. Eğer bu kitlenin arasında yer almak isterseniz, görev almak isterseniz lütfen moderasyon’a başvurunuz.

-          Ben devlet memuruyum. Ve sendikalıyım. Bizler basın açıklaması yapıyoruz. 15 kişi oluyor. Sizlerden ricam şudur. Lütfen bizim basın açıklamalarımıza, Stk’ların basın açıklamalarına biraz daha duyarlı olalım. 10 kiş ile 15 kişi ile yaptığımız basın açıklamaları bir ses getirmiyor.

-          Sendikaların yaptıklarının herhangi bir etki sahibi olabilmesi için, üyelerinin fazla olması ve bilinçli olması gerekiyor. Sendika dediğimiz şey çalışanların kendi örgütlülükleri ve işverenlere karşı güç birlikleri. Eğer güçlü olmazsa sendika, ben çalışmıyorum dediğinde hayata dair bir değişiklik yaratamayacaksa basın açıklaması da yapsa işe yaramıyor. Ertesi gün sözleşme pazarlılığında da hiçbir yaptırımı olmuyor. Sadece sendikaların basın açıklamasında değil her türlü karar mekanizmasında üyeleri eğer aktif olmazsa bir biçimde yukarıdakilerin ekmek kapısı haline geliyor. Hayatlarımızın bütün alanlarına sahip çıkalım. Bir de çalışma saatlerinin de azaltılması ile ilgili talepleri de yavaş yavaş oluşturmalı ve gündeme getirmeliyiz. Dünya da daha çok üretmeye değil daha az şeyle yetinip daha mutlu olmaya ihtiyacımız var. Daha öz bir hayata doğru, daha mutlu bir hayata doğru yol almanın şartlarından biri de çalışma saatlerinin azaltılmasıdır. Sanayi Devrimi’nden sonra 12, 15 saat falanmış, çok büyük kavgalardan, mücadelelerden sonra 8 saat kabul ettirilmiş. Bunu neden biz 5 saate çektirmeyelim. Aklımızın bir köşesinde bulunsun. Yoksa tartışmalara ne enerjimiz ne vaktimiz kalıyor.

-          Çalışma saatlerinin azaltılması ile ilgili arkadaşımın söylediklerine katılmıyorum. Önce çalışkan olmayı, disiplinli olmayı öğrenmeliyiz. Ve sağduyumuzu kesinlikle kaybetmemeliyiz. Ne olursa olsun.

-          Lice’de yapılan eylemin bir barış eylemi değil de bir uyuşturucu eylemi olduğunu söyledi Erdoğan. Bu yaptığı açıklama tamamen yanlıştır. Belki bizim içimizdeki arkadaşlar bilmeyebilirler. Uyuşturucunun zorla, devlet eliyle Lice’ye girdiğini medya herkesten saklıyor. Şunu bilin ki Diyarbakır’ın içinde uyuşturucunun her türlüsünü kullanmak, satmak yani uyuşturucu ile oynamak serbest fakat dışarı çıkarmak yasak. Bunun tek nedeni de oradaki halka alın siz bunla oynayın, bana karışmayın, eylem yapmayın, bana karşı direnmeyin demesinden başka bir şey değildir. Ben Şakirpaşa’da oturuyorum. Biz şu anda halk meclisini kurduk. Uyuşturucu satanlara, esrar satanlara karşı bir mücadele başlatıldı. Şu an uyarıyoruz. Sonraki aşamada uyuşturucu satanları komple mahalleden uzaklaştıracağız. Süleyman Demirel’de, Turgut Özal’da uyuşturucunun diğer mahallelerden kat kat daha fazla satıldığını bilmekteyiz. Ama ona karşı diğer mahallelerde uyuşturucuya karşı herhangi bir operasyonu görmekte miyiz?

-          Tekrar merhaba. Ben çalışma saatleri ile ilgili söylediklerimin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Ben çalışma saatleri azaltılsın derken insanlar boş boş dursunlar, hiçbir şey üretmesinler demek istemedim.  Sadece neyi, niçin ürettiğimizi bilecek kadar bilinçli olmaya vaktimiz olmasını, sadece bizim üzerimizden para kazananlar için çalışmayı değil,  kendimiz için de çalışmamız gerektiğini söylemek istedim.  Sakinleşecek kadar, Değerlendirme yapacak kadar, tarihi öğrenecek kadar, felsefe üzerine tartışma yapacak kadar, bir müzik aletini çalmayı öğrenecek kadar vaktimizin kalması çok hayati bir şey diye düşünüyorum. Bu bir lüks değil, tembellik değil. Çok yönlülük ve kendini geliştirmedir. Çalışmanın benim için daha güzel bir versiyonudur. Paralı çalışmayı tek çalışma biçimi olarak ortaya koyduğumuz zaman çok kısır bir dünyaya gidiyoruz. Şu an da yaşadığımız dünya da zaten öyle bir dünya.

-          Ben bir soru ile başlamak istiyorum? Burada ehliyeti olan kimler var? Ehliyetlerimiz yenileniyor. Ehliyetleri değiştirmek üzere 101 TL ücret ödeyeceğiz. Peki üç günden beri trafikte olan var mı? Trafikte olup da mağdur olmayan var mı? Buradan gündüz vakti çıkıp Küçüksaat’e 35 dakika da gidiyoruz. 3 günden beri bu böyle. Bu bana biraz psikolojik baskıymış gibi geliyor. Her tarafta çevirme var. Bir şekilde kendimi mağdur hissediyorum. Ben de acaba aynı hisleri yaşayan var mı diye sormak istedim.

-          Herkesten ehliyet bedeli olarak, daha doğrusu değerli evrak bedeli olarak 101 TL talep edeceklermiş. Vergi harcı yok ama değerli evrak bedeli alıyorlarmış. Yapılan hesaba göre 2 trilyondan daha fazla bir paraya mal oluyor. Peki, ben şunu sormak istiyorum. Dünyada hangi evrak bu kadar değerli olabilir?

-          Az önce bir arkadaş uyuşturucu ile ilgili bir şeyler söyledi. Türkiye’nin %90’ı uyuşturucu içiyor. Hangi birine diyeceksin ki içme. Bir ana, bir baba evladına sahip çıktıktan sonra hiç kimse uyuşturucu içmez. Şimdi git arkaya bak, bir sürü insan içiyor. Devlet bile baş edemiyor, biz hiç baş edemeyiz.

-          Arkadaşa katılıyorum. Gerçekten %90’ı içiyor. Zamanında biz de kullandık. Ama işte kendi mahallemizde gerekeni yapacağız. Hürriyet olarak, Şakirpaşa olarak, Gül bahçesi, Dağlıoğlu olarak gerekeni yapacağız.

-          Uyuşturucu ile ilgili sorunun kaynağı şu. Uyuşturucu nerede yetişiyor? Doğu Anadolu Bölgesi’nde. Peki, bugüne kadar 90 yıllık tarihimizde Doğu Anadolu Bölgesi’nde devlet ne yaptı? Ona bakmak lazım.  Bir fabrika kuruldu mu oraya? Bir işletme götürüldü mü? Götürülmediği gibi buradaki işletmeleri de Marmara Bölgesi’ne taşıyorlar. Ben askerliğimi Şırnak’ta yaptım. Oradaki insanların yapacağı iki şey vardı. Ya hayvancılık yapacak, ya da dağa çıkacak. Başka bir şansı yok. Üçüncü bir şansı devlet ona vermemiş. Şimdiye kadar ki hükümetlerin hepsi oradaki insanları cahilleştirmeye çalışmış. Çoğu köyde elektrik yok.  Su yok. Yol yok. Çoğu insan 1 ay 1,5 ay köylerden şehirlere gidemiyorlar. Yollar kapalı. Çalışma yok. Şimdi sen böyle bir şey yaptığın zaman insanlar ne yapacak? Aç kaldıkları zaman farklı yollara giderler. Burada en büyük sorun devlettedir. İkinci olarak bu kenevir üç aylık zamanda yetişiyor. Orada her gün helikopterler kalkıyor, keşfe çıkıyor. Bunu bir ay sonra anlamadın. İkinci ve üçüncü ayda anlamadın. Paketlenirken yolda yakalanıyor. Devlet bunun yetişmesine müsaade ediyor gibi geliyor bana.

-          Hükümetimizin politikasında şu var. Çamur at izi kalsın. Şimdi orada masum bir vatandaşımız öldü. Tek suçu özgürlük ve barış istemekti. Ben buna inanıyorum. Hemen atıyorlar gündeme, esrar olayı. Bununla ne alakası var bir ölünün. Yani günah değil mi? Atıyor bir çamur, gündemi değiştiriyor. Bu esrar falan hikâye. Ben bildim bileli orada bu yetişiyormuş. Neredeydi hükümet? Tek suçu karakolun karşısına geçip biz barış, özgürlük istiyoruz demek. Aslın direniş bundan sonra başlıyor. Hepimiz kenetlendik.

-          Ben hukukçuyum. Uyuşturucu meselesiyle özellikle bir dönem ilgilenmiş bir hukukçuyum. Öncelikle şunu hatırlatayım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müsaadesi olmadan bu kadar büyük bir uyuşturucu ticareti yapılması mümkün değildir. Bunun altını bir kere çizelim. Türkiye Cumhuriyeti toprakları Afganistan ve Kolombiya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük uyuşturucu cenneti.  Avrupa, Yakın Asya, İskandinav Ülkeleri ve Büyük Britanya’ya kadar bütün o coğrafyanın uyuşturucusu buralardan gidiyor.  Devrimci bir öğrenciyi ya da bir devrimci liseliyi devletin tüm olanaklarıyla nasıl takip ettiğini son Gezi meselesinde gördük. Dolayısıyla sıradan bir insanı Türkiye’nin en ücra köşesinde bile bulan, tespit eden bir devlet aygıtı var. Bu muazzam bir aygıt. Bu aygıt nasıl oluyor da bütün bu ticaret olurken masum bir şekilde orada da hint keneviri varmış, burada da bilmem ne varmış diyebiliyor. 1990’lı yıllarda Susurluk Kazası diye bir olay oldu. Ondan sonra Susurluk Raporu diye bir rapor yayınladı devlet. O zaman Mesut Yılmaz başbakandı. Helikopterlerle, özel timlerin panzerleriyle bu ülkede nasıl uyuşturucu ticareti yapıldığı resmi tutanaklara geçti. Meclis raporlarına geçti. Devlet organize ediyor, payını alıyor. Ben sosyalist bir insanım. Biz söylediğimiz zaman şöyle diyorlar. İşte bunlar zaten komünist, PKK’lı, bilmem ne. Bunu söyleyen bir isim söyleyim size. Şevket Bülent Yahnici diye bir adam vardır. MHP’nin uzun dönem genel başkan yardımcılığını yaptı. Milliyet gazetesine 2005 yılında verdiği röportajda uyuşturucunun %90’ını devlet kontrol ediyor diyor. Sonra da Erdoğan çıkıp işte onların derdi uyuşturucu diyor. Onlar gidip Sedat Bucak’ın Siverek’teki, Bilecik’teki tarlalarına baksınlar. Kenevir ekiliyor. Her tarafta devletin helikopterleri geziyor. Panzerleri geziyor, Tankları geziyor. Önce bunun hesabını versinler. Dolayısıyla biz devrimciler, Kürtler, Ermeniler, kadınlar, farklı cinsel yönelim sahipleri, işçi sınıfı, emekçiler, bütün muhalifler, eylemlerde kendini ispatlayan onurlu insanlar -bu kategoriler değişebilir- bir taraftayız, uyuşturucu mafyası, devlet ve onların bir numaralı işbirlikçisi sermaye bir tarafta. Siz sanıyor musunuz ki Sabancı’nın otelleri, büyük sermaye gruplarının kumarhaneleri, bütün o rezil işletmeleri bu işin arkasında değil. Şu Ziyapaşa’dan çıkın yürüyün arkadaşlar. Herkes biliyor. Herkes işine geldi mi Kürt mahallerinde orada torbacılar var diye Kürtleri suçlamak için her türlü iğrenç saldırıyı yapıyor. Ben size Ziyapaşa’da, Duygu Kafe’nin orada uyuşturucu satılan yerleri tek tek sayabilirim. Her kim ki uyuşturucu ile Kürtleri aynı cümlede kullanıyor bir biçimde milliyetçiliğin oyununa geliyor demektir. Kürt siyasal hareketinin en şanlı sicillerinden birisi şudur. 90’lı yıllarda uyuşturucu ile ilgili kim varsa işbirliği yapan, derhal tespit edip fişliyorlardı, gerekirse çeşitli biçimlerde cezalandırıyorlardı. Bu iyi bir yöntemdir. Yalnızca mahallelerde değil bütün alanlarda hepimizin yapması gereken bir yöntemdir.

-          Başından beri buradayız. Kısmen burada kurduğumuz arkadaşlıklar adına da konuşuyorum. Konuşmaların milliyetçilik ekseninde, etnik kökenler ekseninde yürümesinden biz rahatsızız. Ya da siyasi beklentiler, siyasi anlaşmalar üzerinden yürütülmesine biz karşıyız. Bu tür tartışmaların buralarda olması uygun olabilir ama öncelikli sebeplerimiz ve amaçlarımız bunlar değil. Sayımız azaldı. Etnik meseleler, siyasi bağlantılar gibi şeylerden kaynaklı kopuşlar oluyor. Bunlara dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Son bir konu daha. Bir şeyleri devletin çözmesini beklemek bana pek olası gelmiyor. Bunca sorunu yaratan da, bu hale getiren de devletin kendisi. O yüzden bulunduğunuz grubun, forumun ya da dahil olduğunuz sosyal medya gruplarının hepimiz tarafından sahiplenilmesi bizler için elzemdir.

-          Biliyorsunuz yıllardır kadın üzerinden yürütülen bir siyaset var. Kadınların başörtüsü üzerinden kotarılmış bir siyasetle karşı karşıyayız. İki gün önce Takvim gazetesinin manşetinde sevgilisi tarafından dövülen bir kadının fotoğrafı vardı ve üzerinde de nakavt yazıyordu. Bu bir spor değil. Bu bir erkek şiddeti. Yandaş medyanın bu şekilde bir manşetle çıkması çok acı. Bugün kadınlar Takvim gazetesinin önünde eylem yaptılar. Kadın konusunda herkesi biraz daha duyarlı olmaya davet ediyorum.

-          Forumlarda birbirimizin sesini duymaya ihtiyacımız var. Forum düşünceleri paylaşma mekânı. Çok sevdiğim bir söz var. Sesinizi duyurmak istiyorsanız, sesinizi değil kelimelerinizi yükseltin diye. Biz neden hep birlikte sokaktayız? Nelerin değişmesini istiyoruz? Nelere karşıyız? Bizi bölen, güçsüzleştiren şeyler neler? Bunları konuşmak için buradayız. Burada forumu düzenleyen arkadaşlar çok çok büyük bir çaba sarf ediyorlar. Görüyorum her gün aynı arkadaşlar. Düzenlemek, yönetmek için çok büyük bir mesai harcıyorlar. Not tutulması için orada ses kaydı alınıyor. Deşifre ediliyor. Benim önerim şu. Normalde hiyerarşik olmayan bir yapılanma da en önemli şeylerden biri görev değişimi ve gönüllülük esaslarıdır. Uzmanlaşma da bir süre sonra eşitsizlik yaratmaya başlar. Forumların başında gönüllüler arasından moderatör seçelim, not tutacaklar seçelim. Hatta tutulan notları bilgisayara geçirmek için bile birilerini seçelim. İş yükünü paylaşalım. Hepimiz bir şeylerin ucundan tutmayı öğrenmeliyiz Buna yapmaya forumlarımızdan da başlayabiliriz.

-          Milliyetçilik ve ırkçılık arasında ki ayrım bir türlü anlaşılamadı. Milliyetçiliğin neresinde olduğumuzu artık öğrenmemiz gerekiyor. Türk milliyetçiliği işini çözmemiz gerekiyor. Bir lider çıkıp dedi ki “Ne mutlu Türküm diyene”. Ne mutlu Türk olana demedi. Milliyetçilikle ırkçılığı ayrıştıralım. Bunları çözelim.

-          Milliyetçilik ve ırkçılık ile ilgili kısa bir şey söyleyeceğim. Ne mutlu Türküm diyene, Her Türk asker doğar, Türküm, doğruyum çalışkanım ve benzeri cümleleri Türklerin söylemesinde bir problem yok. Bunları söyledi diye de kimse ırkçı olmuyor. Ama siz bunu Türk olmayanlara söylemeyi zorunlu hale getirirseniz ve hatta daha Türkçeyi öğretmeden bu cümleleri söyletirseniz ırkçılık orada başlar.

-          Birbirimizi dinlemesini bilmiyoruz. Birbirimize tahammülümüz yok. Burada bölücülük yapıyoruz. Halk bu nedenle gelmiyor. Emperyalizmin tek bir amacı vardır, bölüp parçalayıp, yutmak. Sen Türksün, ben Kürdüm. Birbirimize girelim. Geçmişte yaptık bunları. Biz solcuyduk. Sonra solu da böldüler 42 parçaya. 42 parça birbirine silah sıkmaya başladı. Şimdi bunların aynısını yapıyoruz. Birbirimize saygı duyalım.

-          Tartışmalar olacaktır. Biz bir bütün olarak konuları tartışacağız. Herkesin burada bir görüşü var. Herkesin görüşüne de saygılıyız. Herkes fikrini söyleyebilir. Karşılıklı atışmaları kesersek daha iyi anlaşabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder