-
Adana basınında ne kadar takip
ediyorsunuz bilmiyorum ama son zamanlarda her ne kadar 5 Ocak Stadyumunun
yıkılıp yerine Avm ve rezidans yapılması gündemi tartışılıp mücadele etsek de,
basının sümen altı ettiği bir çok talan ve peşkeş var şehrimizde. Bilmiyorum
hatırlar mısınız? Birkaç ay önce Beyazevler Dilberler Sekisi civarındaki
çamlığın yıkılıp yerine alışveriş merkezi ve otel yapılması gündemdeydi. Bazı
duyarlı basın kuruluşları ve halkın tepkisiyle bu projeden vazgeçildi. Ancak bu
yine de siyasi erklerin yeşil alanları ranta dönüştürme sevdasına engel olmadı.
Bugün inşaatı tamamlanmak üzere olan Sheraton Otel’in önünde bulunan Seyhan
Nehri kıyısında, içinde çocuk parkının da bulunduğu parkın yeşil alanı, sadece
40 bin liraya yıllık olarak Sheraton Otel sermayesine peşkeş çekildi. Yarın
orada insanlar dinlenemeyecek, çocuklar oyun oynayamayacak, tıpkı zamanında
Hilton Oteli önündeki halk arazisinde olduğu gibi. İnsanların ne yazık ki
bilmediği birçok rant belediyeler kanalıyla sermayeye peşkeş çekilmekte.
İnsanlar beton yığınları görmekten bıktı. Göstermelik yapılan ve her ay
yenilenen çiçekten, böcekten milyonlarca lira rant sağlanan sözde yeşil
alanları kınıyoruz. Örneğin Çifte Minare’nin karşısında bulunan iş merkezi
Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi yerleşkesi haline getirilmiştir.
Bitişiğinde yükselen plazanın devamı ise düne kadar yeşil alandı. Büyükşehir
Belediyesi tarafından imarı değiştirildi ve Seyhan Belediyesi tarafından
ruhsatlandırılarak betonlaşmaya kurban edildi. M1 alışveriş merkezi
çevresindeki verimli arazilerin imar yoğunlukları 0,15, 0,30’dan 1,20, 1,60’a
çıkarıldı. Yani verimli araziler üzerine küçük bir alana tek katlı bir bina
yapılmasına izin verilirken, yarın bu bölgeye geniş arazilere yüksek katlı
binalar yapılacak. Sözde şehirleşme gerçekleşmiş olacak. M1 alışveriş
merkezinin batısında verimli arazi 2011 yılında yapılan düzenlemeyle tarım
arazi vasfından çıkarıldı. Konut arazisi durumuna getirildi. Kimler bu süreçten
nemalanıyor? Süleyman Demirel Bulvarı’nın göl kıyısında Yaban Hayatı Koruma
Alanlarının konut alanı olarak alınması için kimler lobi oluşturuyor, kimler
baskı yapıyor? Ve son olarak yine bir Avm tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu
defa her ne kadar yeşil alan talanı olmasa da bürokratik bir soygun. Türkmen
başı Bulvarı ile Belediye Evleri karşısında Forum Adana Avm inşaatı başlamakta.
Bu alan ticari bir alan değil. Tamamen konut alanı. Bugüne kadar sessiz kaldık,
yüz buldular. Adana sahipsiz değildir. Hepinizi direnişe davet ediyorum.
İnsanlarımız bu konuda maalesef ki bilgisiz. Olan biteni modernleşme olarak
görüyorlar. Lütfen bu peşkeşlere karşı çıkın. Gerek sosyal medya ile gerek ilgili
belediyeye yapılacak doğrudan başvurular ile bu tepkiler dile getirilebilir.
-
Eskiden Adana sanayide birinciydi. Daha
sonra yatırımlar çekildi. Adana modern bir köy havasında. Bizler geldik
gidiyoruz, ama siz gençler daha yeni geliyorsunuz. Onun için sizler daha çok
çalışın. İnşaat Mühendisleri Odası dilekçeleri hazırlasın, bizde imzalayalım.
-
İnşaat Mühendisleri Odası ile bir
görüşmemiz olacak. Forum’a gelecekler. Onun dışında 5 Ocak Stadyumu ile ilgili
itiraz dilekçesi örneği burada var. Yazabilirsiniz. Şu an 45 veya 50 tane daha
dilekçe geldi. Toplam herhalde 350, 375 civarı dilekçe oldu. İnşaat
Mühendisleri Odası’na teslim edeceğiz bu dilekçeleri. Tek bir dosya olarak
gidecek. 2 hafta süremiz var. Toplayabildiğimiz kadar çok dilekçe toplamalıyız.
-
Hürriyet Mahallesi’nde olan olaylarla
ilgili gözlemleri sunacağım size. Polis Dağlıoğlu’nda ciddi bir operasyon
başlatmış. Aynı şekilde Gülbahçesi ve Şakirpaşa mahallerinde de. Bu mahalleler
de genellikle torbacı dediğimiz kişiler var. Bu da olayın siyasi bir sorun
değil de uyuşturucuya yönelik bir operasyon olduğunu gösterir.
-
63 tane akil adam var. Türkiye de ki bu
63 adam akıllıda geri kalan hepsi, halk deli mi? Biz çok daha akıllıyız. Biz
birlik olursak başarırız. Barış süreci falan deniyor. Lice’de ki olaylar esrar,
eroin ile ilgili.
-
Lice olayları ve Dağlıoğlu’nda çıkan
olaylarla ilgili arkadaşlar bir takım şeyler söylediler. Şimdi ben kişi olarak
Lice ve Dağlıoğlu olayları ile ilgili somut bir bilgiye sahip değilim. Sadece
televizyonlarda ve gazetelerde yazılanları biliyorum. Lice olayları ile ilgili
televizyon ve gazetelerde söylenen de şu. Orada bir esrar olayı var ve problem
bundan kaynaklanıyor. Diğer arkadaşın belirttiği de öyle. Diyor ki
Dağlıoğlu’nda torbacılara yönelik bir operasyon vardı ve olayın siyasi bir yanı
yoktur. Ne hikmetse Gezi olaylarında basında yazılanlara inanmıyoruz ama Lice
söz konusu olunca inanıyoruz. Başbakan diyor ki camide içki içilmiş. Biz
inanmıyoruz. Ama Lice’de ki olay esrar olayı diyorlar ve hemen inanıyoruz.
Gerçekten öyle mi acaba? Gazetelerde okuduklarımız dışında, televizyonda
gördüklerimiz dışında orada olan olaylarla ilgili herhangi bir bilgimiz var mı?
Şimdi Lice’de on yıllardan beri esrar ekiliyor. Milyarlarca liradan
bahsediliyor. Ve koskoca devlet her şeye müdahale ediyor ama oradaki esrar
tarlarına bir türlü müdahale edemiyor. Ve bu on yıllardır böyle. Demek ki bu
devlet çok zayıf. Öyle mi? Bir başka olay olduğunda yalancı basın diyoruz. Ama
bir başka olay olduğunda o basına hemen inanıyoruz. Bu çelişki nereden
kaynaklanıyor? Ben basın ne yazıyorsa aksinin doğru olduğuna inanıyorum.
-
Ben arkadaşın bahsettiği Hürriyet
olayına değinmek istiyorum. Olaylarla ilgili bilgim var. Oradaki olay
kesinlikle uyuşturucu operasyonu değildi. 21 yaşındayım. Kendi bildim bileli Hürriyet’e
uyuşturucu operasyonu yapıldığını görmedim. Bu operasyon Lice’de ki katliam
üzerine yapıldı.
-
Hürriyet mahallesinde oturan biri
olarak, olayı gören biri olarak anlatayım. Zamanında eroin vardı. Kendi
çabamızla bunu bitirdik. Ama esrar en küçük çocuğa kadar yayılmış. Bunu
bitirmek çok zor. Bunu bitirmek için mahalle meclisleri kuruldu. Bunun başında
benim öz dayım vardı. Ve dayım, muhtar dahil o mecliste bulunanlar Kck
operasyonu adı altında içeri alındılar. Sırf mahallede ki esrar devam etsin diye.
Bunlar bizzat devlet tarafından yapılan şeylerdir. Bunları medya çok yanlı
anlatıyor.
-
Bir duyuru yapmak istiyorum. Şu anda
Meydan mahallesinde de bir forum var. Oradaki arkadaşları selamı var. Sanıyorum
Cumartesi günü de Doğal Parkta bir forum var. Yani yalnız değiliz arkadaşlar.
Adana da birkaç yerde forumlar devam ediyor.
-
Ben gündem dışında bir şey eklemek
istiyorum. Çorum Olayları dersem hatırlar mısınız? 1980 Mayıs, Haziran
olaylarından bahsediyorum. Bugün yaptığım araştırmada bu konu ile ilgili
detaylı bir belgesel bulamamakla beraber, Trt’de bu olayları diğerlerine göre
nispeten daha detaylı anlatan bir belgeselle karşılaştım. Bununla ilgili yarın
bu konuda bir bilgilendirme yapmayı teklif ediyorum ben sizlere. En azından
buradaki arkadaşlarımız olayları bilsinler.
-
Bir duyuru yapmak istiyorum. Sosyal
medya üzerinden örgütlenen bir kitle var. Uluslar arası sokak tiyatrosu ve
Orkestrası etkinliği var. Bu Adana’da yapılmak isteniyor. Ancak şu an yeterli
bir kitle yok. Eğer bu kitlenin arasında yer almak isterseniz, görev almak
isterseniz lütfen moderasyon’a başvurunuz.
-
Ben devlet memuruyum. Ve sendikalıyım.
Bizler basın açıklaması yapıyoruz. 15 kişi oluyor. Sizlerden ricam şudur.
Lütfen bizim basın açıklamalarımıza, Stk’ların basın açıklamalarına biraz daha
duyarlı olalım. 10 kiş ile 15 kişi ile yaptığımız basın açıklamaları bir ses
getirmiyor.
-
Sendikaların yaptıklarının herhangi bir
etki sahibi olabilmesi için, üyelerinin fazla olması ve bilinçli olması
gerekiyor. Sendika dediğimiz şey çalışanların kendi örgütlülükleri ve
işverenlere karşı güç birlikleri. Eğer güçlü olmazsa sendika, ben çalışmıyorum
dediğinde hayata dair bir değişiklik yaratamayacaksa basın açıklaması da yapsa
işe yaramıyor. Ertesi gün sözleşme pazarlılığında da hiçbir yaptırımı olmuyor.
Sadece sendikaların basın açıklamasında değil her türlü karar mekanizmasında
üyeleri eğer aktif olmazsa bir biçimde yukarıdakilerin ekmek kapısı haline
geliyor. Hayatlarımızın bütün alanlarına sahip çıkalım. Bir de çalışma
saatlerinin de azaltılması ile ilgili talepleri de yavaş yavaş oluşturmalı ve
gündeme getirmeliyiz. Dünya da daha çok üretmeye değil daha az şeyle yetinip
daha mutlu olmaya ihtiyacımız var. Daha öz bir hayata doğru, daha mutlu bir
hayata doğru yol almanın şartlarından biri de çalışma saatlerinin
azaltılmasıdır. Sanayi Devrimi’nden sonra 12, 15 saat falanmış, çok büyük
kavgalardan, mücadelelerden sonra 8 saat kabul ettirilmiş. Bunu neden biz 5
saate çektirmeyelim. Aklımızın bir köşesinde bulunsun. Yoksa tartışmalara ne
enerjimiz ne vaktimiz kalıyor.
-
Çalışma saatlerinin azaltılması ile
ilgili arkadaşımın söylediklerine katılmıyorum. Önce çalışkan olmayı,
disiplinli olmayı öğrenmeliyiz. Ve sağduyumuzu kesinlikle kaybetmemeliyiz. Ne
olursa olsun.
-
Lice’de yapılan eylemin bir barış eylemi
değil de bir uyuşturucu eylemi olduğunu söyledi Erdoğan. Bu yaptığı açıklama
tamamen yanlıştır. Belki bizim içimizdeki arkadaşlar bilmeyebilirler. Uyuşturucunun
zorla, devlet eliyle Lice’ye girdiğini medya herkesten saklıyor. Şunu bilin ki
Diyarbakır’ın içinde uyuşturucunun her türlüsünü kullanmak, satmak yani
uyuşturucu ile oynamak serbest fakat dışarı çıkarmak yasak. Bunun tek nedeni de
oradaki halka alın siz bunla oynayın, bana karışmayın, eylem yapmayın, bana
karşı direnmeyin demesinden başka bir şey değildir. Ben Şakirpaşa’da
oturuyorum. Biz şu anda halk meclisini kurduk. Uyuşturucu satanlara, esrar
satanlara karşı bir mücadele başlatıldı. Şu an uyarıyoruz. Sonraki aşamada
uyuşturucu satanları komple mahalleden uzaklaştıracağız. Süleyman Demirel’de,
Turgut Özal’da uyuşturucunun diğer mahallelerden kat kat daha fazla satıldığını
bilmekteyiz. Ama ona karşı diğer mahallelerde uyuşturucuya karşı herhangi bir operasyonu
görmekte miyiz?
-
Tekrar merhaba. Ben çalışma saatleri ile
ilgili söylediklerimin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Ben çalışma saatleri
azaltılsın derken insanlar boş boş dursunlar, hiçbir şey üretmesinler demek
istemedim. Sadece neyi, niçin ürettiğimizi
bilecek kadar bilinçli olmaya vaktimiz olmasını, sadece bizim üzerimizden para
kazananlar için çalışmayı değil,
kendimiz için de çalışmamız gerektiğini söylemek istedim. Sakinleşecek kadar, Değerlendirme yapacak
kadar, tarihi öğrenecek kadar, felsefe üzerine tartışma yapacak kadar, bir
müzik aletini çalmayı öğrenecek kadar vaktimizin kalması çok hayati bir şey
diye düşünüyorum. Bu bir lüks değil, tembellik değil. Çok yönlülük ve kendini
geliştirmedir. Çalışmanın benim için daha güzel bir versiyonudur. Paralı
çalışmayı tek çalışma biçimi olarak ortaya koyduğumuz zaman çok kısır bir
dünyaya gidiyoruz. Şu an da yaşadığımız dünya da zaten öyle bir dünya.
-
Ben bir soru ile başlamak istiyorum?
Burada ehliyeti olan kimler var? Ehliyetlerimiz yenileniyor. Ehliyetleri
değiştirmek üzere 101 TL ücret ödeyeceğiz. Peki üç günden beri trafikte olan
var mı? Trafikte olup da mağdur olmayan var mı? Buradan gündüz vakti çıkıp Küçüksaat’e
35 dakika da gidiyoruz. 3 günden beri bu böyle. Bu bana biraz psikolojik
baskıymış gibi geliyor. Her tarafta çevirme var. Bir şekilde kendimi mağdur
hissediyorum. Ben de acaba aynı hisleri yaşayan var mı diye sormak istedim.
-
Herkesten ehliyet bedeli olarak, daha
doğrusu değerli evrak bedeli olarak 101 TL talep edeceklermiş. Vergi harcı yok
ama değerli evrak bedeli alıyorlarmış. Yapılan hesaba göre 2 trilyondan daha
fazla bir paraya mal oluyor. Peki, ben şunu sormak istiyorum. Dünyada hangi
evrak bu kadar değerli olabilir?
-
Az önce bir arkadaş uyuşturucu ile
ilgili bir şeyler söyledi. Türkiye’nin %90’ı uyuşturucu içiyor. Hangi birine
diyeceksin ki içme. Bir ana, bir baba evladına sahip çıktıktan sonra hiç kimse
uyuşturucu içmez. Şimdi git arkaya bak, bir sürü insan içiyor. Devlet bile baş
edemiyor, biz hiç baş edemeyiz.
-
Arkadaşa katılıyorum. Gerçekten %90’ı
içiyor. Zamanında biz de kullandık. Ama işte kendi mahallemizde gerekeni
yapacağız. Hürriyet olarak, Şakirpaşa olarak, Gül bahçesi, Dağlıoğlu olarak
gerekeni yapacağız.
-
Uyuşturucu ile ilgili sorunun kaynağı
şu. Uyuşturucu nerede yetişiyor? Doğu Anadolu Bölgesi’nde. Peki, bugüne kadar
90 yıllık tarihimizde Doğu Anadolu Bölgesi’nde devlet ne yaptı? Ona bakmak
lazım. Bir fabrika kuruldu mu oraya? Bir
işletme götürüldü mü? Götürülmediği gibi buradaki işletmeleri de Marmara
Bölgesi’ne taşıyorlar. Ben askerliğimi Şırnak’ta yaptım. Oradaki insanların
yapacağı iki şey vardı. Ya hayvancılık yapacak, ya da dağa çıkacak. Başka bir
şansı yok. Üçüncü bir şansı devlet ona vermemiş. Şimdiye kadar ki hükümetlerin
hepsi oradaki insanları cahilleştirmeye çalışmış. Çoğu köyde elektrik yok. Su yok. Yol yok. Çoğu insan 1 ay 1,5 ay
köylerden şehirlere gidemiyorlar. Yollar kapalı. Çalışma yok. Şimdi sen böyle
bir şey yaptığın zaman insanlar ne yapacak? Aç kaldıkları zaman farklı yollara
giderler. Burada en büyük sorun devlettedir. İkinci olarak bu kenevir üç aylık
zamanda yetişiyor. Orada her gün helikopterler kalkıyor, keşfe çıkıyor. Bunu
bir ay sonra anlamadın. İkinci ve üçüncü ayda anlamadın. Paketlenirken yolda
yakalanıyor. Devlet bunun yetişmesine müsaade ediyor gibi geliyor bana.
-
Hükümetimizin politikasında şu var.
Çamur at izi kalsın. Şimdi orada masum bir vatandaşımız öldü. Tek suçu özgürlük
ve barış istemekti. Ben buna inanıyorum. Hemen atıyorlar gündeme, esrar olayı.
Bununla ne alakası var bir ölünün. Yani günah değil mi? Atıyor bir çamur,
gündemi değiştiriyor. Bu esrar falan hikâye. Ben bildim bileli orada bu
yetişiyormuş. Neredeydi hükümet? Tek suçu karakolun karşısına geçip biz barış,
özgürlük istiyoruz demek. Aslın direniş bundan sonra başlıyor. Hepimiz
kenetlendik.
-
Ben hukukçuyum. Uyuşturucu meselesiyle
özellikle bir dönem ilgilenmiş bir hukukçuyum. Öncelikle şunu hatırlatayım.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müsaadesi olmadan bu kadar büyük bir uyuşturucu
ticareti yapılması mümkün değildir. Bunun altını bir kere çizelim. Türkiye
Cumhuriyeti toprakları Afganistan ve Kolombiya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük
uyuşturucu cenneti. Avrupa, Yakın Asya,
İskandinav Ülkeleri ve Büyük Britanya’ya kadar bütün o coğrafyanın uyuşturucusu
buralardan gidiyor. Devrimci bir
öğrenciyi ya da bir devrimci liseliyi devletin tüm olanaklarıyla nasıl takip
ettiğini son Gezi meselesinde gördük. Dolayısıyla sıradan bir insanı
Türkiye’nin en ücra köşesinde bile bulan, tespit eden bir devlet aygıtı var. Bu
muazzam bir aygıt. Bu aygıt nasıl oluyor da bütün bu ticaret olurken masum bir
şekilde orada da hint keneviri varmış, burada da bilmem ne varmış diyebiliyor.
1990’lı yıllarda Susurluk Kazası diye bir olay oldu. Ondan sonra Susurluk Raporu
diye bir rapor yayınladı devlet. O zaman Mesut Yılmaz başbakandı. Helikopterlerle,
özel timlerin panzerleriyle bu ülkede nasıl uyuşturucu ticareti yapıldığı resmi
tutanaklara geçti. Meclis raporlarına geçti. Devlet organize ediyor, payını
alıyor. Ben sosyalist bir insanım. Biz söylediğimiz zaman şöyle diyorlar. İşte
bunlar zaten komünist, PKK’lı, bilmem ne. Bunu söyleyen bir isim söyleyim size.
Şevket Bülent Yahnici diye bir adam vardır. MHP’nin uzun dönem genel başkan
yardımcılığını yaptı. Milliyet gazetesine 2005 yılında verdiği röportajda
uyuşturucunun %90’ını devlet kontrol ediyor diyor. Sonra da Erdoğan çıkıp işte
onların derdi uyuşturucu diyor. Onlar gidip Sedat Bucak’ın Siverek’teki,
Bilecik’teki tarlalarına baksınlar. Kenevir ekiliyor. Her tarafta devletin
helikopterleri geziyor. Panzerleri geziyor, Tankları geziyor. Önce bunun
hesabını versinler. Dolayısıyla biz devrimciler, Kürtler, Ermeniler, kadınlar,
farklı cinsel yönelim sahipleri, işçi sınıfı, emekçiler, bütün muhalifler,
eylemlerde kendini ispatlayan onurlu insanlar -bu kategoriler değişebilir- bir
taraftayız, uyuşturucu mafyası, devlet ve onların bir numaralı işbirlikçisi
sermaye bir tarafta. Siz sanıyor musunuz ki Sabancı’nın otelleri, büyük sermaye
gruplarının kumarhaneleri, bütün o rezil işletmeleri bu işin arkasında değil.
Şu Ziyapaşa’dan çıkın yürüyün arkadaşlar. Herkes biliyor. Herkes işine geldi mi
Kürt mahallerinde orada torbacılar var diye Kürtleri suçlamak için her türlü
iğrenç saldırıyı yapıyor. Ben size Ziyapaşa’da, Duygu Kafe’nin orada uyuşturucu
satılan yerleri tek tek sayabilirim. Her kim ki uyuşturucu ile Kürtleri aynı
cümlede kullanıyor bir biçimde milliyetçiliğin oyununa geliyor demektir. Kürt
siyasal hareketinin en şanlı sicillerinden birisi şudur. 90’lı yıllarda
uyuşturucu ile ilgili kim varsa işbirliği yapan, derhal tespit edip
fişliyorlardı, gerekirse çeşitli biçimlerde cezalandırıyorlardı. Bu iyi bir
yöntemdir. Yalnızca mahallelerde değil bütün alanlarda hepimizin yapması
gereken bir yöntemdir.
-
Başından beri buradayız. Kısmen burada
kurduğumuz arkadaşlıklar adına da konuşuyorum. Konuşmaların milliyetçilik
ekseninde, etnik kökenler ekseninde yürümesinden biz rahatsızız. Ya da siyasi
beklentiler, siyasi anlaşmalar üzerinden yürütülmesine biz karşıyız. Bu tür
tartışmaların buralarda olması uygun olabilir ama öncelikli sebeplerimiz ve
amaçlarımız bunlar değil. Sayımız azaldı. Etnik meseleler, siyasi bağlantılar
gibi şeylerden kaynaklı kopuşlar oluyor. Bunlara dikkat edilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Son bir konu daha. Bir şeyleri devletin çözmesini beklemek bana
pek olası gelmiyor. Bunca sorunu yaratan da, bu hale getiren de devletin kendisi.
O yüzden bulunduğunuz grubun, forumun ya da dahil olduğunuz sosyal medya
gruplarının hepimiz tarafından sahiplenilmesi bizler için elzemdir.
-
Biliyorsunuz yıllardır kadın üzerinden
yürütülen bir siyaset var. Kadınların başörtüsü üzerinden kotarılmış bir
siyasetle karşı karşıyayız. İki gün önce Takvim gazetesinin manşetinde
sevgilisi tarafından dövülen bir kadının fotoğrafı vardı ve üzerinde de nakavt
yazıyordu. Bu bir spor değil. Bu bir erkek şiddeti. Yandaş medyanın bu şekilde
bir manşetle çıkması çok acı. Bugün kadınlar Takvim gazetesinin önünde eylem
yaptılar. Kadın konusunda herkesi biraz daha duyarlı olmaya davet ediyorum.
-
Forumlarda birbirimizin sesini duymaya
ihtiyacımız var. Forum düşünceleri paylaşma mekânı. Çok sevdiğim bir söz var.
Sesinizi duyurmak istiyorsanız, sesinizi değil kelimelerinizi yükseltin diye.
Biz neden hep birlikte sokaktayız? Nelerin değişmesini istiyoruz? Nelere karşıyız?
Bizi bölen, güçsüzleştiren şeyler neler? Bunları konuşmak için buradayız. Burada
forumu düzenleyen arkadaşlar çok çok büyük bir çaba sarf ediyorlar. Görüyorum
her gün aynı arkadaşlar. Düzenlemek, yönetmek için çok büyük bir mesai
harcıyorlar. Not tutulması için orada ses kaydı alınıyor. Deşifre ediliyor.
Benim önerim şu. Normalde hiyerarşik olmayan bir yapılanma da en önemli
şeylerden biri görev değişimi ve gönüllülük esaslarıdır. Uzmanlaşma da bir süre
sonra eşitsizlik yaratmaya başlar. Forumların başında gönüllüler arasından
moderatör seçelim, not tutacaklar seçelim. Hatta tutulan notları bilgisayara
geçirmek için bile birilerini seçelim. İş yükünü paylaşalım. Hepimiz bir
şeylerin ucundan tutmayı öğrenmeliyiz Buna yapmaya forumlarımızdan da başlayabiliriz.
-
Milliyetçilik ve ırkçılık arasında ki
ayrım bir türlü anlaşılamadı. Milliyetçiliğin neresinde olduğumuzu artık
öğrenmemiz gerekiyor. Türk milliyetçiliği işini çözmemiz gerekiyor. Bir lider
çıkıp dedi ki “Ne mutlu Türküm diyene”. Ne mutlu Türk olana demedi.
Milliyetçilikle ırkçılığı ayrıştıralım. Bunları çözelim.
-
Milliyetçilik ve ırkçılık ile ilgili
kısa bir şey söyleyeceğim. Ne mutlu Türküm diyene, Her Türk asker doğar,
Türküm, doğruyum çalışkanım ve benzeri cümleleri Türklerin söylemesinde bir
problem yok. Bunları söyledi diye de kimse ırkçı olmuyor. Ama siz bunu Türk
olmayanlara söylemeyi zorunlu hale getirirseniz ve hatta daha Türkçeyi
öğretmeden bu cümleleri söyletirseniz ırkçılık orada başlar.
-
Birbirimizi dinlemesini bilmiyoruz.
Birbirimize tahammülümüz yok. Burada bölücülük yapıyoruz. Halk bu nedenle
gelmiyor. Emperyalizmin tek bir amacı vardır, bölüp parçalayıp, yutmak. Sen
Türksün, ben Kürdüm. Birbirimize girelim. Geçmişte yaptık bunları. Biz
solcuyduk. Sonra solu da böldüler 42 parçaya. 42 parça birbirine silah sıkmaya
başladı. Şimdi bunların aynısını yapıyoruz. Birbirimize saygı duyalım.
-
Tartışmalar olacaktır. Biz bir bütün
olarak konuları tartışacağız. Herkesin burada bir görüşü var. Herkesin görüşüne
de saygılıyız. Herkes fikrini söyleyebilir. Karşılıklı atışmaları kesersek daha
iyi anlaşabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder