19 Temmuz 2013 Cuma

Abbasağa Küçük Forum Notları (15 Temmuz)

ÖZET: 15 Temmuz gecesi, 10 Temmuz Cuma günkü Küçük Forum’dan çıkan 7-8 maddelik ana başlıkların tartışılması amaçlanıyordu. Maddeleri hatırlayalım:
1.       Siyasi partiler kanunu ve seçim yasasının değiştirilmesi, %10 barajının kaldırılması
2.       Ekolojik talanın durdurulması  ve hayvan hakları
3.       Cinsiyet ve cinsel yönelim ayrımcılığına dayalı suçların önlenmesi
4.       İfade ve toplanma özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ve basın özgürlüğü, sanat ve sanatçının bağımsızlık ve özgürlüğü
5.       Toplumsal barış, Kürt ve Türk halklarının ortak yaşam iradesinin tanınması, savaşın/çatışmaların durdurulması, mezhep temelli ayrımcılığın sonlandırılması
6.       Adil yargılanma hakkı
7.       Kentsel dönüşüm projelerinde barınma ve kent hakkı
8.       Emekçi sınıfların hakları

TARTIŞMA:
·         İlk değerlendirme konuşmalarında bu maddelerin talepler oluşturmaya, sanki bir merci olarak kendimizi kurup yine başka bir merciden bir şeyleri talep etmeye dönük olduğu söylendi. Bunun yerine ortak arzularımızın neler olduğunu, ne yapmak istediğimizin konuşulması önerildi. Örneğin savaşa karşı çıkabilmek için anti-militarist refleksi geliştirmemiz gerektiği söylendi. Buna cevaben bu başlıkların tamamlanmamış olduğu, buradaki derdin birleştirici, ortaklaştırıcı noktaları konuşmak olduğu aktarıldı. Dil olarak, eşcinsellerin öldürülmemesini istiyoruz, devletin kürt halkına yürüttüğü savaşın durmasını istiyoruz gibi bir dilin kullanımı önerildi. Kalıcı bir örgüt oluşturmanın sorun teşkil edebileceğinden bahsedildi. Her an değişen ülke ve dünya koşullarında, değişken bir örgütün nasıl yaratılabileceğine dair düşünmemiz gerektiğini tavsiye edildi (değişken örgüt tabirine bir açıklık getireyim, burada bahsedilen, gündemdeki olaylar ve önceliklere göre şekil alan, esnek bir yapı).
Ayrıca, bu “değişken örgüt” yaratım sürecinde, ortaya çıkması gerekenin bir “talep listesi” değil, bir çeşit “ortak değerler” listesi olması gerektiğinin altını çizdi. Kısacası sormamız gereken şey, “çevresinde toplandığımız ortak değerler nedir?” olmalıdır yorumunu yapıldı. Başka bir görüş olarak ortaklaşma gitmeye çalışmak yerine öğrenme ve sorular sormanın önemi vurgulandı. Her bir başlığın tartışmaya dönüştürülmesi gerektiği, birbirimize sunum da yapabileceğimiz söylendi.
·         Gündem dışı bir konuşma başlığı olarak şiddet ortamında şiddetsiz bir direnişin nasıl sürdürülebileceği, geçtiğimiz Cumartesi günü Taksim’deki esnaf saldırıları vb. provokatif bir ortamda ne yapılabileceği, şiddet içermeyen yaratıcı eylemlerin ne olabileceği önerildi. Bunun hareketin sürdürülebilirliği adına konuşulması gerektiği savunuldu.
Bu bağlamda, gelen önerilerden biri şu oldu: eylemlere “yaşam enerjisi” katmak. Örneğin barışçıl bir eylem yapılırken, barışçıl eylemcilere polis müdahalesi olduğunda, yapılabilecek en iyi şeyin ‘polisin geldiği alanı boş bırakmak’ olduğu söylendi. Sürekli yer değiştirerek şiddetin muhatap bulamaması söz konusu olabileceğini ve böylelikle polisin yıldırılabileceği önerisi getirildi.
Bu öneriye ise farklı karşıt görüşler çıktı. Böyle bir “kaybolma” organizasyonunun oluşturulmasının çok zor olacağını, ayrıca bunun sürekli devam ettirilmesinin de zor olacağına dair fikirler geldi.
·         Katılımcılardan biri devlet tarafından uygulanan şiddete artık direnişçiler tarafından da karşılık verildiğini ve bu durumun kendisini çok korkuttuğunu söyledi. Beyoğlu’nda yaşayan bu katılımcı, orada yaşadığı için bir çok olaya şahit olduğunu ve şiddet meselesinin giderek tırmandığını, bu nedenle bir an evvel “şiddetin ortamının yok edilmesi”ne dair bir şeyler yapılması gerektiğini anlattı. Feminist bir bakış açısından, İstiklal’deki olayların fazlasıyla “solcu erkek” izlenimi verdiğini ve bunun şiddetle de az-çok şiddetle de ilişkili olduğundan bahsetti. “Taksim’deki eylemlerin sürekliliği nasıl devam ettirilebilir?” sorusu soruldu. Aslında en başta bahsettiğimiz 7 ana başlığın hayata geçirilebilmesi için, bu eylemlerin sürekli olmasının mutlaka gerektiğinden bahsetti.

Bunun üzerine biz ne yaparsak polis müdahale etmez veya şiddet içerisine çekilmeyiz tartışmasının yanlış olduğunu vurgulayanlar oldu. Polisin en barışçıl eylemi bile provoke etmeye çalıştığını gördük, ondan da mı geri duracağız diye soruldu? Onun için bu bilince kavuşmak gerektiği, bunun için de örgütlenmek gerektiği söylendi. Örgütlenmekten oradaki bulunuşumuzun anlaşılması gerektiği kaydedildi.

Her Cumartesi Taksim’e gidenler, Taksim Dayanışması’nın duyurularına kulak verip toplananlar vs. genel olarak şuna işaret ediyor: “Toplumun bir isteği var.” Ama ne yazık ki, ortak bir amaç olmadığı için (bugünlerde herkesin amacı farklılaştı) bu topluluk tek ses haline gelemiyor ve haliyle toplanması bir işe yaramıyor. Taksim’de yaşanan şiddete gelince, AKP şu anda eski anlamda paramiliter bir güç kullanıyor Taksim’de, bu da esnaf. Ama öte yandan, BEYDER (Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği) açıklama yapıyor, tüm şiddet ortamı polis dolayısıyla çıktı diye. Bu nedenle bir öneri bile getirdi BEYDER, Cumartesi değil de Pazar günleri eylem yapın, değiştirin eylem gününü, dediler. Bunu neden direnişçiler olarak göz önüne almadık, bunu düşünmeliyiz. Ayrıca bazı esnaflar da, “Gaz değil müzik istiyoruz” diye pankart açtılar. Kısacası, Beyoğlu’ndaki bir kesim esnaf da, İstiklal’deki şiddet sorununu ve hayatın durmasını, direnişçilere değil, polise bağlıyor.

(katılımcımız bundan bahsettikten sonra, zaten facebook’tan bir haber aldık:

Beyoğlu Esnafı Forumundan çıkan sonuçlar:

1. Yarın (16 Temmuz) Galatasaray lisesi önünde “Beyoğlu esnafı masa savaşlarından ve polis müdahalesinden rahatsız” diye basın açıklaması.
2. Pazar günü bütün esnaf yürüyüş ve masa sandalyeli eylem yapacak.
3. Cumartesi günü eylemcilere saldıran Ayhan Işık Sokağı esnafı özür dileyecek.

Sokaktaki esnaf Beyoğlu’nun kendi ellerinden yavaş yavaş alındığının tamamen farkında.)
Bir başka katılımcı, esnaf saldırılarına karşılık olarak ne yapılabileceğini, Antakya’dan bir örnek vererek anlattı. Eylem anında direnişçilere saldıran esnafın direnişçiler tarafından tespit edildiğini ve ertesi sabah direnişçilerin kendilerine saldıran esnafı tek tek ziyaret edip konuştuğunu anlattı. Amaç, direnişçilerin barışçıl bir şekilde kendi dertlerini esnafa anlatması ve esnafın direnişi anlaması için uğraşmak. Bu taktik Antakya’da çok işe yaramış, zira direnişçiler tek tek saldırgan esnafla konuşmuş, dertlerini paylaşmış ve esnafın da direnişe destek vermesini sağlamış. Bu taktiğin İstiklal Caddesi ve diğer şehirlerde gerekli yerlerde kullanılabileceği söylendi.
·         Bir diğer katılımcı ise, öncelikle “örgütlenme”den ne anladığımızı sorgulamamız gerektiğini vurguladı.
Örgütün bir sürü tanımı var, biz Gezi Direnişi sürecini devam ettirirken nasıl bir örgütlenme içinde olacağız, bunu anlayabilmek için, önce örgütlenme tanımını yapmamız gerekir.
Ayrıca, teoriye dayalı eylemler hiçbir zaman gerçek hayatta işe yaramaz, bizim pratiğe dayalı eylemler yapmaya devam etmeliyiz. Eğer direnişin sürekliliğini sağlamak gerekiyorsa, pratiğe dayalı eylemler mutlaka gereklidir.
Bana göre, şu anda biz herhangi bir örgüt kurma ya da eylem aşamasında değiliz, bizim şu anda geçirdiğimiz süreç “bir tanışma”dır. Bu forumlar bir tanışmadır ve örgütlenme süreci zamanla oluşacaktır.
·         Bir diğer katılımcı ise şiddet ve örgütlenme meselesine dair konuşulanlara yönelik bazı yorumlarda bulundu.
Öncelikle geçenlerde foruma katılan Boğaziçi Sosyoloji’de öğretim görevlisi olan Nazan Üstündağ’ın yaptığı konuşmadan bahsetti:
Her ne kadar pasif direnişi desteklesem de, N.Ü.’ın teorisi şu: Güneydoğu’daki Kürt hareketi, Gezi Parkı Direnişi’ne de aslında güç kattı.  Şimdi kendi görüşüme gelirse, dediğim gibi ben pasif direnişten yanayım. Ama açıkça belirtmek gerekir ki, zaman zaman barikatlar önünde polisle birebir çarpışanlar, aslında direniş için çok yararlı oldular. Onlar olmasaydı, direniş bu kadar güçlenemezdi, çünkü Gezi Parkı’nı bizim gibi pasif direnişçilere açanlar yine onlar oldular.
Örgütlenme meselesine gelince: Baktığımız zaman, Türkiye’deki birçok örgütlenme sürecine baktığımız zaman, inanılmaz büyük bir “teorik” boşluk görüyoruz. Bu nedenle bizim öncelikli olarak teorik bir birikime ihtiyacımız var.
·         Bir başka katılımcı ise, şu anda Gezi Direnişi’nin “ortak amaç” yoksunluğu sorununa, 3.Köprü yapımına karşı bir tavır alarak çözüm getirebileceğimizi söyledi. Önerisi şuydu: Garipçe’ye giderek orada eylem yapalım.
Ama bu öneriye bazı karşıt görüşler geldi. Mesela Garipçe’ye 70 kişilik bisikletli bir gruba dâhil olarak barışçıl bir eylem yapmaya giden bir katılımcımız, bunun mümkün olmadığını, çünkü Garipçe’deki arazinin çoğunun askeri alan olduğunu ve 70 bisikletli olarak yolda ilerlerken Jandarma güçleri tarafından durdurulduklarını söyledi. Garipçe’nin hem coğrafi olarak zor bir arazi olması, hem uzak olması, hem de Jandarma kuvvetinin bölgeyi sürekli kontrol ediyor olması, Garipçe’de büyük bir topluluk yaratmaya engel teşkil edeceğinden bahsetti.
Yine de 3.Köprü için bir eylem yapılacaksa, bunun yine Taksim’de yapılması gerektiğini söylendi: Zira devlet şu anda Taksim’i bir finans merkezi haline getirmeye çalışıyor ve göstericilere Kazlıçeşme’ye gidin diyor. Ama inadına Taksim’e-Kadıköy’e gitmeye devam edilmelidir.
Katılımcılardan biri de, şöyle bir ekleme yaptı: Sadece Taksim üzerinden konuşulmaması gerekir, çünkü bu direnişin bir çok şehre de yayıldı, bu nedenle direnişin “nerede” yapıldığı değil, “sürekliliğinin nasıl korunacağını” tartışmak gerekiyor.  Çok fazla gündem konusu var; 3.köprü, yeni anayasa, yasaklar, kentsel dönüşüm vs. Tüm bunlara yetişmek çok zor, ama belki de tüm şehri bir direniş mekânı haline getirmeliyiz. Samatya-Yedikule-Garipçe ve diğer yerler için aynı anda farklı direnişler de ortaya çıkarılabilir. Böylelikle polis de hangisiyle ilgileneceğine karar veremez.
(Yine de genel olarak özetlersek, Küçük Forum 3.Köprü yapımına karşı bir duruşun Gezi direnişinin devamlılığını sağlamak için somut bir tavır olduğu konusunda hemfikir.)
·         Ve en sonunda Küçük Forum’da 7 maddelik listeyi tartışma kararı aldık. İlk öneri, 1. Madde, yani Seçim barajı sorunu.
-          Şu anki Seçim Yasası, 12 Eylül’ün dayattığı bir seçim yasasıdır. Bunun değiştirilmesi için bir önerge verilmelidir. CHP bu önergeyi vermiş, ama reddedilmişti. Tekrardan önerge verilebilmesi için, 1 sene bekleme kuralı var. (ilgili haber için buyrun: http://www.radikal.com.tr/politika/yuzde_3_secim_barajina_gerekcesiz_ret-1135394)
-          Dilekçe kampanyası yapılabilir. (Zaten change.org’da var, buradan seçim barajının düşürülmesi desteklenebilir. Ama bir sürü açılmış sayfa var, forumdan bir arkadaş en çok oy toplayan sayfanın linkini bizimle paylaşacak).
-          Daha net bir eylem ne yapılabilir? Meclis önünde gösteri? (bu noktada bir sürü fikir ortaya çıktı, bazı fikirler bir hayli eğlenceliydi, meclis önünde yatmak gibi :) )
-          1961 anayasasındaki seçim sistemi, hukukçu bir katılımcı tarafından açıklandı. 61 anayasasının çok iyi bir profesyonel grup tarafından hazırlandığını ve aslında çok önemli bir anayasa olduğundan bahsetti. 61 anayasasına dair bilgilendirmelerde bulunan hukukçu katılımcımız, kısaca bu anayasadaki seçim kurallarının daha iyi olduğunu, çünkü atılan hiçbir oyun boşa gitmediğini anlattı.
-          Ayrıca katılımcılardan biri, 61 anayasası ile bir Senato’nun da kurulduğundan bahsetti.
[Bahsedilen senato konusunda 61 Anayasası’ndan kısaca bilgi verelim:
b) Cumhuriyet Senatosuna Üye Seçme Hakkı
Madde 71- Millet Meclisi seçimlerinde seçmen olan her Türk, Cumhuriyet Senatosu seçimlerinde de aynı şartlarla oy kullanır.
c) Cumhuriyet Senatosu Üyeliğine Seçilme Yeterliği
Madde 72- Kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış bulunan ve milletvekili seçilmeye engel bir durumu olmayan her Türk, Cumhuriyet Senatosuna üye seçilebilir.
Cumhurbaşkanınca seçilecek üyeler, çeşitli alanlarda seçkin hizmetleriyle tanınmış ve kırk yaşını bitirmiş kimselerden olur. Bunlardan en az onu bağımsızlar arasından seçilir.
d) Cumhuriyet Senatosu Üyeliğinin Süresi
Madde 73- Cumhuriyet Senatosu üyeliğinin süresi altı yıldır. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.
Cumhuriyet Senatosunun genel oyla ve Cumhurbaşkanınca seçilen üyelerinin üçte biri her iki yılda bir yenilenir.
Millet Meclisi, genel seçimlerinin yapılacağı yıla rastlayan yenileme seçimleri, Millet Meclisi genel seçimleriyle birlikte ve rastlamayanları ise, genel seçimlerden sonra gelen ikinci yılda genel seçimler için kanunun belirttiği ayda yapılır.]
·         Günümüzde Türkiye’de bağımsız adayların nasıl seçildiği üzerine konuşuldu. Ne kadar oy almaları gerektiği, bu sistemde var olan ve onlar açısından avantajlı/dezavantajlı durumlar nelerdir, bu meseleler konuşuldu.
·         Türkiye’deki bağımsız adaylar bakımından en önemli örnek BDP, BDP nasıl şekilde bağımsız adaylarını meclise soktuğu anlatıldı. Bu örnekte “örgütlenmenin” önemi de ortaya çıktı.
BDP’nin tabanına bakarsak eğer, BDP destekçileri arasında bir hayli okuma-yazma bilmeyen var. Ama yaratıcı çözümlerle Doğu’daki halk, temsilcilerini TBMM’de görme şansına erişti.
Doğu’da BDP’nin örgütlenmesi ve seçimlerde başarı elde etmesi, AKP tarafından engellenmeye çalışılıyor. Şu anda tarikatların örgütlenmesi de söz konusu ve tarikat çevresinde toplanan kesim, AKP’ye oy veriyor.
Ama yine de BDP, örgütlenme açısından BDP önemli ve iyi bir örnek. Sivil halkın oy vermesini sağlamak konusunda çok başarılı çalışmalar yapıyorlar.
Bizlerin de bir noktada seçim sürecinde yaratıcı çözümlerle bağımsız adaylarımızı mecliste görme şansımız olabilir.
·         Seçim sistemiyle alakalı birkaç sorun da ele alındı:
-          Parti içinde delege seçimleri meselesi sorunlu: AKP, CHP, MHP gibi partilerin başları seçilerek bala gelmiyor aslında. Delege seçimi diye bir şey, formalite icabı.
CHP bunu biraz düzeltmeye çalışsa da, başkana yalakalık yapanlar MM oluyor. AKP’de ise durum daha vahim, tüm parti üyeleri ve MM’ler, RTE’nin eş dostlarından oluşuyor.
-          Bağımsız MM adayları bu sistemde zorlanıyor, hatta bazı bölgelerde haksızlığa uğruyor.
-          Yüksek Seçim Kurumu ne kadar güvenilir? Oyların sayımı, bilgisayar sistemine girilmesi ne kadar dürüst bir şekilde yapılıyor… Kontrol mekanizmaları neler?
Kontrol mekanizmasının işlemesi için yine bizlerin adım atması gerekiyor, bulunduğumuz mahallelerde seçim sandıklarını izlemek gibi gönüllü bir görev edinebiliriz. (tabii gözlem yapmamız engellenir mi, onu bilemiyoruz, ama denemekte yarar var).
·         Bir katılımcı da genel seçimlerden önce yapılacak yerel seçimlerin önemini vurguladı:
Yerel seçimlerde baraj gibi bir sorun yok ve yerel seçimlerde alınan oy oranı, sonraki genel seçimlerde illa ki bir etki yaratıyor. Seçim yasasının değiştirilebilmesi için bir sene gibi kısa bir zaman var, ve bu süreç çok zor. Ama eğer ki yerel seçimlerde iyi bir şekilde örgütlenilir ve AKP gücü azaltılırsa, bu genel seçimlerde de işe yarar.
Ayrıca, asıl yapmamız gereken şey, “ortak değerleri” mutlaka belirlemek, ve AKP karşısında en fazla oy potansiyeline sahip CHP’yi ikna etmektir: “CHP’ye oy veririm, ama benim hazırladığım şu,şu,şu maddelere altına imza atacak birine oy veririm ben. Siz bu maddeleri kabul ederseniz, biz de size oy veririz” gibi bir yaptırımla CHP’yle uzlaşı yoluna gidilebilir.
Sonuç olarak, Abbasağa Küçük Forumu’nda genel görüş, mutlaka ama mutlaka seçim barajının kaldırılması gerektiği oldu.
·         İstanbul büyük şehir belediye başkanlığının önemli olduğu bir kere daha vurgulandı.
Barış tv de çalışan bir arkadaş; sokak röportajları sonucu vardığı noktanın halkın Sarıgül e soğuk bakmadığı yönünde olduğunu belirtti.
-          Belediye seçiminin kazanılması halinde örgütlenme sorunu da büyük anlamda çözümleneceği fikri,
-          AKP harici belediyelerin ciddi baskı altında olduğu ,
Büyük şehir belediye başkanlığı için CHP nin aday çıkarmasının kaçılnılmaz olduğu belirtildi.

ÖNERİLER VE KARARLAR: Öne çıkan bir diğer konu seçim barajının düşürülmesi konusunda nasıl ses getirebiliriz?
-          Nasıl bir eylem?  Kitlesel Eylem-Miting?
-          İçeriği?
-          Ne zaman?
-          Nerede? 
-          Konuları irdelenmeye çalışıldı. Planlama sürecinin uzun olacağına ve bu belirtilen içeriklerin altını doldurana kadar bu konu haftada bir konuşulmalı görüşü vakıf oldu. (Şimdilik Pazartesi günleri)
-          Ortaya atılan birkaç fikir şöyleydi;
ü  SPK tamamen değişmeli, Kenan Evren yasaları yargılanmalı,
ü  Bu eylem planlama sürecinde sırasıyla forumlar, sendikalar, siyasi örgütler harekete geçirilmeli,
ü  Büyük bir miting ya da eylemin, bir kampanyanın başlangıcı olacağı ve sokaklarda ‘ses getirme’ olmalı ve bu kampanyanın devamlılığı için ; -eş zamanlı hayatı durdurma (81 il de) , örn: barajlara gidilip oralarda eylemler düzenlenebilir fikirleri sunuldu.
ü  Bu eylem ya da mitingin Eylül Ayında yapılması görüşü ortaya atıldı.
ü  Bu kararları büyük foruma taşımanın ve orayla iletişim halinde olmanın gerekliliği vurgulandı.
ü  Yer konusu çok tartışılan konulardan biriydi. Taksim, Ankara, Kazlıçeşme (dünya çapında düzenlenen triatlon organizasyonuna katılım konuşuldu), Kadıköy, Beşiktaş gibi yerler ön plana çıktı.
Bu planlanan eylem için sloganlar çıkmaya başladı bile J
-Darbeci AKP barajı düşür!
-Demokrasiye baraj istemiyoruz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder