3 Temmuz 2013 Etiler Forum (Sanatçılar Parkı)
1980’li yıllarda enzo frizo diye bir sendika lideri dedi ki, bize dayatılan bu acımasız reçeteler uygulamaya devam edilirse, bırakınız bizim ülkemizde demokrasiyi, sendikal hakları, bizim ülkemizde çok yakın tarihte bizim iktidarımız kalmayacak.
Söylemeye çalıştığım şu. 80’li yıllarda bizim sendikal demokrasi insan haklarıyla ilgili türkiye’nin hak gaspları artık uluslararası hukukların gündeminde bile değil. Çünkü onlar artık lüks. Çok çok gerilerde kuralsız bir damping sürdürme var. Hayatın her anlamında insanı odağa koymayan bir sistem var. Bunlarda bizim sisteme boyun eğmemiz ve kullanılmamızda iki tane veba mikrobumuz var. Birisi, bizim doğuştan gelen her türlü kimliğimiz, ikincisi de sonradan inançlara bağlı olarak edindiğimiz kimliklerimiz. Bunları toplumsal yaşamda bağlayıcı olarak görmek, çağın vebası bu iki sorunda. Bugün mısırda yaşananların odağı bu.
Ben tito çocuğuyum, çok kültürlü bir ortamdaydım, yugoslavyada. Tito ölümüne yakın ecevite demişti ki, gelin balkanlar için ittifak yapalım, balkanlarda kan dökülmesin. Ama bu kan döküldü, ve avrupa birliği başrolü oynadı. Çünkü tek tek 2 milyoncuk devletler oldular. Çünkü avrupa birliği gelişmiş kültürlerin çıkar ittifakıdır. Şimdi bize demokrasi diye yutturulan ve bizim de yaşadığımız travmada başrolde olan, bizim insan hakkı olarak en doğal hakkımızın, bizi birbirimize kırdırmak için kullanılıyor olması. Insanlar faklı mezhepten insanları birbirini kesecek noktaya getirrek bu sistemi ayakta tutuyorlar.
Şimdi biz mesela 5 kişilik yönetim ekibi seçeceksek, burada kaç kişi türk, kaçı kürt. Özel nitelikleriizin ayırıştırıcı olmasına karşı durmayı öğrendik. Birlikte bir savaşım vereceksek, ortak değerlerden buluşarak olabilir. Bu bir beşiktaşı güzelleştirme, istanbulu yağmadan kurtarmak, bu ülkenin bütün vatandaşlarını gerçek demokrasi standardında yaşatmak, hangisi olusa olsun, hiçbirinde toplumsal örgütlenmede, bireysel kimliklerimizi ölçü almamamız lazım. Orada amaca yönelik ortak paydada buluşmamız gerekiyor. Ve emperyalizm bunu yapmıyor dikkat edin. Zenci obamaya tek bayrak tek din deniyor, ama bize federasyonlar, ucu açık bir dünya sunulmuş oluyor. Bizim asıl savaşımız bu dünyaya karşı bir duruşu becerebilmektir. Biz ne yazık ki islam dünyasında da rol model olmak zorundayız. Biz yine onlar gibi mezhepler üzerinden örgütlenmeyle ilerleyebileceğimizi zannedersek, çok farklı bir noktaya geleceğiz.
3 yıl once yunanlı felsefe birliği başkanı dedi ki, bizi yunan halkını mezhepler ırklar dinler üzerinden öyle bir noktaya getirdilerki, biz her an birbirimizi yunan, ortodok, türk olarak birbirimizi katledebiliriz. Yunanlı biri bu endişeyi taşıyorsa, bizim daha da dikkat etmemiz gerekiyor.
Soru: gezideki bu birlik duygusunu kaybetmemek için ne yapmak gerekir?
Cevap: tabii ki benim bir reçete yazmak gibi bir durumum yok. Geçmişi analiz etmek kolay, ama gelecek zor. Yaşanan her olaydan da ders çıkartmak gerekiyor. Yola çıkış ölçüüz, bütün farklılıklarımızla birlikte, her konuya yönelik ortak hedeflerden örgütlenmek.
Annemin buğdayı bol aşuresini sevmemde hiçbir sakınca yok. Ancak aşurenin buğdayı bol olur dersem bu bir dayatma olur. Bundan kaçınmak lazım.
Biz demokrasiyi deneyimledik bir şekilde. Bir biçimde tadına vardı, köyüne kadar. Oyunu verdi, suyunu aldı. Bu kazanımlar çok önemli. Bizi de faklı kılan bu. Ben taksimdeki dayanışmanın bu kazanımların sonucu olduğuna inanıyorum.
Soru: ortadoğudaki bu problemlerin, bizim islamda hıristiyanlar gibi papa gibi bir liderinin olmaması mı?
Cevap: tabii ki hıristian aleminin rönesans gibi pek çok kazanımı var. Bizde de anadolu aydınlanması var, onu da hafife almayın. Şunu da unutmamak gerekiyor, geriye gitmemek gibi bir şey de hiçbir medeniyette yok. Benim okulumda, sırplar, arnavut ve müslümanlar ilkokulda birlikte okuduysa ama sonra birbirlerini suyu zehirleyebildilerse... geriye gitmek mümkün. Dünyada da ötekiler ve biz diye travmatik bir vahşet yaşıyoruz.
Avrupa çok kültürlü bir yugoslavya istemediği için, once onları böldü parçaladı, şimdi alıyor onları avrupa birliğine.
Soru: Tito yugoslavyayı bir kuvvet altında birleştiriyor. Bugün bu durumda. O zaman o halklar barışmış mıydı, yoksa barışmış gibi mi yaşıyorlardı?
Cevap: ben bir çocuk olarak söyliyeyim, çok özgür ve refah içindeydik. Ortodoks yumurtalarını da beraber boyuyorduk, ramazanda sahura kadar birlikte de oturuyorduk. Bir özen vardı, ırklar ve dinler açısından çatışma olmaması üzerine. Herkesin dilini sınırsız kullanma hakkı, kimliğini sınırsız (olabildiği kadar) kullanma hakkı vardı. Dahası bir anekdottur bu, tito’nun yaşlılığında, hırvat kökenli karısı bir hırvat generalin atanmasına torpil yapmış, karısını boşadı, mirasından mahrum etti, cenazesinden yasakladı, ki çok aşıktı. Bu ayrımı engellemeye çalıştı, ama yetmedi.
Demeye çalıştığım, evrensel hukuk kurallarında bütün standartlardan vazgeçildi. O kurumlar bu standartlardan sapmadı, ama siyasi erkler ikiyüzlü iğrenç politikalar uyguladılar. Örneğin avrupa birliği 12 eylülü protesto ederken, almanyanın bu 3 yılda yaptığı yardım, türkiye cumhuriyetine 80 yılda yapılan yardımın 3 katıydı. Bilmiyorum anltabildim mi.
Tabii ki aydınlanma sürecinden geçmemiş ve şeriat gibi kuralları olan bir yönetimden çıktığınız zaman, vardığınız sonuçlar çok daha vahim oluyor. En azından şunu: ibadette bir diğerini öldürmesi gibi bir olay yaşanmıyor orada. Irakta son katliamlara bakın, başsağlığı çadırından başlayın, ibadette bir mezhebin diğerini cennete gidiş için öldürmesi yaşanıyor. Çünkü şeriatın mezheplere gore farklı yorumlamalarında, aydınlanmada geriye gidiş yaşanıyor. Insan hak ve özgürlükleri ve kadın hakları üzerinden anlatayım, buburka da olsa turban da olsa, bu kadın haklarıyla en ufak bir lişkisi olmayan, hakların katliamı sonucudur. Kadının baştan erkekle eş değil, ikinci sınıf insan olarak görülmesinin sonucudur. Ben kamu alanında kimliğin öne çıkmasının belirleyici olmasını...
Soru: yugoslavyada çocukluğunuzda herşeyin güzel olduğunu ve ayrıştırıcı tohumları söylediniz. Biz bir benzerini burada yaşıyoruz. Bizim burada bu tohumların yeşermesini nasıl engellyebiliriz?
Cevap: bireysel özgürlüklerin kamusal Alana taşınarak “ötekileştirmek” tehlike.
Kamu alanında turban dayatma oluyor. Özel hayatan ayırdetmekse zor.
Kamu alanında bireyselliklerin öne çıkması bu bölünmeyi yaratıyor. Bunu net olarak söyleyebilirim.
Medya ve sermayede inanılmaz bir korku var. Hükümetin önünde durabilecek hiçbir patron tanımıyorum. Oto sansür çok yüksek.
Kabataştaki türbanlı kadına saldırı. Belediye bakanının gelini, görüntüü nasıl olmaz.
Gerçeğin ne olduğu değil, nasıl algılandığı önemli.
Soru: televizyon kanalları gayet kepaze yayın yaptılar, fakat aynı gruplara ait gazetteler doğru yayın yaptılar.
Cevap: televizyon algı yönetiminde daha önemli bir araç. Özellikle onların %50’sini kontrol için. Aslında dünyanın her yerinde, birebir gazetecilerin refleksleri, daha insancıl oluyor. Bu bir insan olma, aydın olma refleksidir. Murdock grevlerinde yürüyüşe gelen gazeteciler, murdock’ın gazetelerinde çalışmaya devam ediyorlardı. Otosansürdeki kirlilik çok ağır ve bir ahtapot gibi, holding patronajının elinin girdiği bir yıldız gazeteci vardır. Çark böyle döner. Bizde iktidarların şantajı ve baskısı da çok belirleyici.
Soru: Medya sonuçta ticari bir işletme. Bunun çözümü ne? Nasıl bir çözümde bu tarafsız.
Cevap: tarafsız medya diye birşey olamayacak bu çağda. Dünyayı yönetme güçlerinin elinde bir çark olacak. Sermaye ne kadar büyürse, baskı o kadar artıyor. Bizim medyamızın farkı, 60-70-80’de türk medyası dünyadan daha hızlı modern sürece geçti. Renkli baskı, toplumsal algılama, insani yatırım geriledi, sanayii yatırımı ilerledi. Dünya medyasını kirleten türk medyası biliyor musunuz? Promosyonu da, deformasyonu da biz yarattık. Onlar bizi takip etti sonradan. Bu ne demek? Türkiye’de medya alabildiğine kirlendi. Çok garip bir şekilde bu son olayda ama tersine bir olay söyliyim. Oto kontrol oranı biraz daha az geçerli olduğu için, amerikan kaynaklı marka basın da ihtar aldılar. Yerli kökenliler daha kirli kaldılar. Dikkat ederseniz o günlük kanallara. Maalesef bu ayrım yaşandı.
- Gazeteci gözüyle, ben şu an şu saatte beynimle Mısır’dayım. Mısır’dan girmek istiyorum. Çünkü bu kez bizi doğrudan doğruya pek çok boyutuyla etkileyeceğini düşünüyorum. Arap baharı sürecinde bizim açımızdan farklı bir durum vardı. Biz demokrasiyi yaşayan laik bir devlet olarak, islam dünyasındaki kitlelerin sokağa çıkarak düzeni değiştirme çabalarını, bizim gerimizden gelen bir gelşime gibi görüyorduk. Bizim de dünyanın da algısı böyleydi. O yüzden sonuçları bize yansısa da, bir şekilde bundan sıyrılmak daha kolaydı. Ama bu kez, bugün yaşadığımız olaylarda, zaten arap baharlarının çok çabuk düş kırıklığını dönüşmesi sonrası yaşanan olaylardaki sonuçlarıyla bize yansıyan boyutları 2 nedenle çok daha farklı. Birisi: 10 yıllık iktidar süresi boyunca iktidarımızın, siyasel islamın devreye girmesi ve dış politikaların devreye girmesi gibi bir boyut vardı. Zengin kuzey dünyası diyelim, simgesel amerikanın birinci derecede gücü ve kabaca emperyalizm güç odaklı diyelim, onların tek kutuplu dünya sürecinde, aydınlanma, çevre korunması, hukuk devleti düzenine ilişkin duyarszlıkların sürecinde, insanların yaşadığı sosyal damping soreci. 70-80-90 ve 20000’lerde insanlık adına bir geriye gidiş görüldü. Gelişmiş ülkelerin teorisyenlerine gore, hiç unutmuyorum birinci ırak mücadelesinde fransız bir teorisyen türkiyeye geldi ve dedi ki, artık zengin kuzey dünyasında bildiğiniz savşalar yok. Paylaşım süreçleri yoksul güney ülkelerinde ırklar ve dniler seviyesinde en altta kalmamak adına yaşanıyor. O zaman dieceksiniz ki körfezde amerika vardı, amerika havadaydı. Savaşın içinde yotu. Evet bu insanlık adına acı, ama, bunlar sitemin nefes alma süreci. Hemen arkasından sistemin ayakta kalabilmesi için, bu kez terörle savaşım adı altında o bölgelere direkt müdahele gördük. Ama asıl görmediğimiz, bu bütün yüzyılların kazanımlarının değerlerinin, standartlarının ayaklar altına alınmasıydı yani bir yalanla ırak’ın işgali yaşanıyor, bir başka yalanla Guantanamo yaşanıyor, bir bbaşka yalanla üretim ilişkilerinde geriye dönüş ve kanseri çoşturan yaaşanıyor. E bu zannedildi ki kuzey ülkelerine ulaşmıyacak. Ulaştı tabii. Amerikanın 11 eylülü mesela. Asıl görmek istmediğimiz en büyük bedeli, tüm kavramlarda karmaşa oldu. Bi bugün hepimiz bireylerin ve toplumların özgürleşmesinde kavramsal karmaşayı bilemeden yaşıyoruz. Felsefeciler, korkunç bir insanlık suçu işleniyor ve bu temel hak ve özgürlükler üzerinden işleniyor.
1980’li yıllarda enzo frizo diye bir sendika lideri dedi ki, bize dayatılan bu acımasız reçeteler uygulamaya devam edilirse, bırakınız bizim ülkemizde demokrasiyi, sendikal hakları, bizim ülkemizde çok yakın tarihte bizim iktidarımız kalmayacak.
Söylemeye çalıştığım şu. 80’li yıllarda bizim sendikal demokrasi insan haklarıyla ilgili türkiye’nin hak gaspları artık uluslararası hukukların gündeminde bile değil. Çünkü onlar artık lüks. Çok çok gerilerde kuralsız bir damping sürdürme var. Hayatın her anlamında insanı odağa koymayan bir sistem var. Bunlarda bizim sisteme boyun eğmemiz ve kullanılmamızda iki tane veba mikrobumuz var. Birisi, bizim doğuştan gelen her türlü kimliğimiz, ikincisi de sonradan inançlara bağlı olarak edindiğimiz kimliklerimiz. Bunları toplumsal yaşamda bağlayıcı olarak görmek, çağın vebası bu iki sorunda. Bugün mısırda yaşananların odağı bu.
Ben tito çocuğuyum, çok kültürlü bir ortamdaydım, yugoslavyada. Tito ölümüne yakın ecevite demişti ki, gelin balkanlar için ittifak yapalım, balkanlarda kan dökülmesin. Ama bu kan döküldü, ve avrupa birliği başrolü oynadı. Çünkü tek tek 2 milyoncuk devletler oldular. Çünkü avrupa birliği gelişmiş kültürlerin çıkar ittifakıdır. Şimdi bize demokrasi diye yutturulan ve bizim de yaşadığımız travmada başrolde olan, bizim insan hakkı olarak en doğal hakkımızın, bizi birbirimize kırdırmak için kullanılıyor olması. Insanlar faklı mezhepten insanları birbirini kesecek noktaya getirrek bu sistemi ayakta tutuyorlar.
Şimdi biz mesela 5 kişilik yönetim ekibi seçeceksek, burada kaç kişi türk, kaçı kürt. Özel nitelikleriizin ayırıştırıcı olmasına karşı durmayı öğrendik. Birlikte bir savaşım vereceksek, ortak değerlerden buluşarak olabilir. Bu bir beşiktaşı güzelleştirme, istanbulu yağmadan kurtarmak, bu ülkenin bütün vatandaşlarını gerçek demokrasi standardında yaşatmak, hangisi olusa olsun, hiçbirinde toplumsal örgütlenmede, bireysel kimliklerimizi ölçü almamamız lazım. Orada amaca yönelik ortak paydada buluşmamız gerekiyor. Ve emperyalizm bunu yapmıyor dikkat edin. Zenci obamaya tek bayrak tek din deniyor, ama bize federasyonlar, ucu açık bir dünya sunulmuş oluyor. Bizim asıl savaşımız bu dünyaya karşı bir duruşu becerebilmektir. Biz ne yazık ki islam dünyasında da rol model olmak zorundayız. Biz yine onlar gibi mezhepler üzerinden örgütlenmeyle ilerleyebileceğimizi zannedersek, çok farklı bir noktaya geleceğiz.
3 yıl once yunanlı felsefe birliği başkanı dedi ki, bizi yunan halkını mezhepler ırklar dinler üzerinden öyle bir noktaya getirdilerki, biz her an birbirimizi yunan, ortodok, türk olarak birbirimizi katledebiliriz. Yunanlı biri bu endişeyi taşıyorsa, bizim daha da dikkat etmemiz gerekiyor.
Soru: gezideki bu birlik duygusunu kaybetmemek için ne yapmak gerekir?
Cevap: tabii ki benim bir reçete yazmak gibi bir durumum yok. Geçmişi analiz etmek kolay, ama gelecek zor. Yaşanan her olaydan da ders çıkartmak gerekiyor. Yola çıkış ölçüüz, bütün farklılıklarımızla birlikte, her konuya yönelik ortak hedeflerden örgütlenmek.
Annemin buğdayı bol aşuresini sevmemde hiçbir sakınca yok. Ancak aşurenin buğdayı bol olur dersem bu bir dayatma olur. Bundan kaçınmak lazım.
Biz demokrasiyi deneyimledik bir şekilde. Bir biçimde tadına vardı, köyüne kadar. Oyunu verdi, suyunu aldı. Bu kazanımlar çok önemli. Bizi de faklı kılan bu. Ben taksimdeki dayanışmanın bu kazanımların sonucu olduğuna inanıyorum.
Soru: ortadoğudaki bu problemlerin, bizim islamda hıristiyanlar gibi papa gibi bir liderinin olmaması mı?
Cevap: tabii ki hıristian aleminin rönesans gibi pek çok kazanımı var. Bizde de anadolu aydınlanması var, onu da hafife almayın. Şunu da unutmamak gerekiyor, geriye gitmemek gibi bir şey de hiçbir medeniyette yok. Benim okulumda, sırplar, arnavut ve müslümanlar ilkokulda birlikte okuduysa ama sonra birbirlerini suyu zehirleyebildilerse... geriye gitmek mümkün. Dünyada da ötekiler ve biz diye travmatik bir vahşet yaşıyoruz.
Avrupa çok kültürlü bir yugoslavya istemediği için, once onları böldü parçaladı, şimdi alıyor onları avrupa birliğine.
Soru: Tito yugoslavyayı bir kuvvet altında birleştiriyor. Bugün bu durumda. O zaman o halklar barışmış mıydı, yoksa barışmış gibi mi yaşıyorlardı?
Cevap: ben bir çocuk olarak söyliyeyim, çok özgür ve refah içindeydik. Ortodoks yumurtalarını da beraber boyuyorduk, ramazanda sahura kadar birlikte de oturuyorduk. Bir özen vardı, ırklar ve dinler açısından çatışma olmaması üzerine. Herkesin dilini sınırsız kullanma hakkı, kimliğini sınırsız (olabildiği kadar) kullanma hakkı vardı. Dahası bir anekdottur bu, tito’nun yaşlılığında, hırvat kökenli karısı bir hırvat generalin atanmasına torpil yapmış, karısını boşadı, mirasından mahrum etti, cenazesinden yasakladı, ki çok aşıktı. Bu ayrımı engellemeye çalıştı, ama yetmedi.
Demeye çalıştığım, evrensel hukuk kurallarında bütün standartlardan vazgeçildi. O kurumlar bu standartlardan sapmadı, ama siyasi erkler ikiyüzlü iğrenç politikalar uyguladılar. Örneğin avrupa birliği 12 eylülü protesto ederken, almanyanın bu 3 yılda yaptığı yardım, türkiye cumhuriyetine 80 yılda yapılan yardımın 3 katıydı. Bilmiyorum anltabildim mi.
Tabii ki aydınlanma sürecinden geçmemiş ve şeriat gibi kuralları olan bir yönetimden çıktığınız zaman, vardığınız sonuçlar çok daha vahim oluyor. En azından şunu: ibadette bir diğerini öldürmesi gibi bir olay yaşanmıyor orada. Irakta son katliamlara bakın, başsağlığı çadırından başlayın, ibadette bir mezhebin diğerini cennete gidiş için öldürmesi yaşanıyor. Çünkü şeriatın mezheplere gore farklı yorumlamalarında, aydınlanmada geriye gidiş yaşanıyor. Insan hak ve özgürlükleri ve kadın hakları üzerinden anlatayım, buburka da olsa turban da olsa, bu kadın haklarıyla en ufak bir lişkisi olmayan, hakların katliamı sonucudur. Kadının baştan erkekle eş değil, ikinci sınıf insan olarak görülmesinin sonucudur. Ben kamu alanında kimliğin öne çıkmasının belirleyici olmasını...
Soru: yugoslavyada çocukluğunuzda herşeyin güzel olduğunu ve ayrıştırıcı tohumları
Cevap: bireysel özgürlüklerin kamusal Alana taşınarak “ötekileştirmek” tehlike.
Kamu alanında turban dayatma oluyor. Özel hayatan ayırdetmekse zor.
Kamu alanında bireyselliklerin öne çıkması bu bölünmeyi yaratıyor. Bunu net olarak söyleyebilirim.
Medya ve sermayede inanılmaz bir korku var. Hükümetin önünde durabilecek hiçbir patron tanımıyorum. Oto sansür çok yüksek.
Kabataştaki türbanlı kadına saldırı. Belediye bakanının gelini, görüntüü nasıl olmaz.
Gerçeğin ne olduğu değil, nasıl algılandığı önemli.
Soru: televizyon kanalları gayet kepaze yayın yaptılar, fakat aynı gruplara ait gazetteler doğru yayın yaptılar.
Cevap: televizyon algı yönetiminde daha önemli bir araç. Özellikle onların %50’sini kontrol için. Aslında dünyanın her yerinde, birebir gazetecilerin refleksleri, daha insancıl oluyor. Bu bir insan olma, aydın olma refleksidir. Murdock grevlerinde yürüyüşe gelen gazeteciler, murdock’ın gazetelerinde çalışmaya devam ediyorlardı. Otosansürdeki kirlilik çok ağır ve bir ahtapot gibi, holding patronajının elinin girdiği bir yıldız gazeteci vardır. Çark böyle döner. Bizde iktidarların şantajı ve baskısı da çok belirleyici.
Soru: Medya sonuçta ticari bir işletme. Bunun çözümü ne? Nasıl bir çözümde bu tarafsız.
Cevap: tarafsız medya diye birşey olamayacak bu çağda. Dünyayı yönetme güçlerinin elinde bir çark olacak. Sermaye ne kadar büyürse, baskı o kadar artıyor. Bizim medyamızın farkı, 60-70-80’de türk medyası dünyadan daha hızlı modern sürece geçti. Renkli baskı, toplumsal algılama, insani yatırım geriledi, sanayii yatırımı ilerledi. Dünya medyasını kirleten türk medyası biliyor musunuz? Promosyonu da, deformasyonu da biz yarattık. Onlar bizi takip etti sonradan. Bu ne demek? Türkiye’de medya alabildiğine kirlendi. Çok garip bir şekilde bu son olayda ama tersine bir olay söyliyim. Oto kontrol oranı biraz daha az geçerli olduğu için, amerikan kaynaklı marka basın da ihtar aldılar. Yerli kökenliler daha kirli kaldılar. Dikkat ederseniz o günlük kanallara. Maalesef bu ayrım yaşandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder